Orhan YALÇIN

MÜCADELE - Ülkelerindeki iç savaştan kaçarak geldikleri Türkiye'de çocuklarıyla birlikte hayatta kalma mücadelesi veren Suriyeli mültecilerin dramı yüreklere kor ateş düşürüyor. Birçok ilde olduğu gibi Diyarbakır'da da hayata tutunmaya çalışan kimi Suriyeliler, kucaklarındaki çocuklarıyla cami avlusu ve kaldırımlarda dilenerek, kimileri, tehlikye aldırış etmeden akan yoğun trafikte yanan kırmızı ışklarda su, mendil, kimileri ise, sabahtan akşama kadar çöplerde topladıkları pet, karton ve benzeri atıkları satarak ellerine para geçiyor.

 

 Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte kent merkezinde oradan oraya koşuşturup çöplerde atık toplayan kimi Suryeliler, evde bakacak kimse olmadığı için yanlarında getirdikleri çocuklarını ise atık arabasında taşıyor gün boyunca, yol boyunca… Kentin birçok noktasında sıkça rastladığımız Suriyeli mültecilerin u içler acısı hali, yürekleri yakarken tüm bunlara şahit olan; ancak bunların hiçbirine  anlam veremeyen minik çocuklarının kah kaldırımlarda kah atık toplama arabasında bazen soğuk bazen sıcak havada etraflarına şakınca bakıp  gün boyunca aç karınla dolaşmaları ise apayrı bir acı, apayrı bir yara, yürekleri alev alev tutuşturan apayrı bir ateş ve sönmeyen bir kor  bırakır insanın içine.

Çalışma yöntemleri, yaptıkları işler ve yaşadıkları şehirler farklı olsa da aslında hepsinin de ortak noktası; yurtlarını terk etmek zorunda kalıp mülteci kimlikleriyle geldikleri Türkiye’de yokluk, yoksulluk, vatan hasreti içinde karınlarını doyurabilmek için çırpına çırpına yaşamlarını idame etme çabasıdır. Bu çaba aynı zamanda onların ortak kaderi ve kaderi olmaya da devam edecektir ana vatanından ırak yaşadıkları sürece.

 

Geldikleri Diyarbakır’da bir lokma ekmek için sabahın ilk ışıklarıyla birlikte kucaklarına aldıkları çocuk ve bebeklerini yazın kavurucu güneşin kışın ise dondurucu soğuk havanın altında kentte basmadıkları yer bırakmayan Suriyeli mültecilerin barındıkları evler ise bir barakdan, harabe bir evden farksız. Kiminin evi penceresiz, kapısız, rutubetten dökülürken, kiminin ise değil bir halı yerde serecek bir örtüsü, yatacak bir döşeği, yorganı, çerçevesiz pencerelere takacak bir perdesi, içinde bebeklerini uyutacak bir beşiği, çocuklarıyla birlikte izleyebeilecekleri bir televizyon, komşuların verdiği ya da evler ve çöplerden  topladıkları yemek veya gıdaları koyacak, soğuk su içcek bir buzdolabı, çetin geçen kışın dondurucu soğukta ısınacak bir soba, yazın kavurucu sıcak havada serinlenecek bir vantilatörleri dahi yok.Evet; yok, yok, ve daha birçok şey yok… 

 

Yaşıtları gibi oyun oynaması, türlü türlü oyuncaklarıyla zaman geçirmesi, temiz ve yeni elbislerini giyerek çantasını sırtlayıp okula gitmesi, okul çıkışında arkadaşlarıyla parklarda doyasıya eğlenmesi gereken Suriyeli çocukların geldikleri Türkiye’de, Diyarbakır’da üstü başı yırtık ve yalın ayaklarla 5 kuruş için dışarıda gün boyu su, mendil, sakız satarak ya da dilenerek  o masum ve temiz bakışlarla karşımıza sıkça çıkmaları ne kadar büyük ve tarifsiz bir acı değil mi? Doğup büyüdüğü yurdundan iç savaş nedeniyle kaçmak zorunda kalan Suriyeli mültecilere kolkanat geren, yemesinden içmesine, giyiminden kuşamına, kadar  yaptıkları yardımlarla sahip çıkan Türkiye, bugün 4 milyona aşkın Suriyelilere her şeyden evvel cennet misali vatanını, gönül kapısını ve sayısız kişiye ulaşan merhamet elini açarak onları sıkı sıkı kucakladı.

Ülkelerindeki savaşta kaybettikleri bebeklerini, çocuklarını, kardeşlerini, eşlerini, dostlarını, yakınlarını, anılarını, hayallerini, geleceklerini; başlarına acımazsızca yıkılan evlerini mekanlarını, asla unutamayacak olan Suriyeli mültecilerin bu dramatik hayat hikayesi gelip yaşadıkları, çalıştıkları, geçici kimlik aldıkları ve adeta ana yurtları bildikleri Türkiye’de de bu kez geçim ve barınma sorunlarıyla acı ve ibretlik bir şekilde devam ediyor.

 

 

 

 

 

 

Editör: TE Bilisim