MÜCADELE HABER- Yılmaz Güney’in Türkiye sineması içindeki tartışmasız en önemli özelliği içinden çıktığı Yeşilçam’ın kalıplarını alt üst etmesidir. Çünkü Yeşilçam gerçekçilikten, yaşanmışlıktan, duygulardan, inandırıcılıktan uzaktı. Benzer konular, birbirine benzeyen kadın/erkek tipli kahramanlar etrafında bir sinema/dünya dönüyordu.

 

Yılmaz Güney; Ayhan Işık, Fikret Hakan, Ediz Hun gibi “parlak yüzlü” ve “yakışıklı” değildi. Kara kuru ve esmer bir Kürt’tü. Öyle ki sinemaya girmeye adım attığı yıllarda Ayhan Işık ve Memduh Ün onun için “O, ancak olsa olsa bir arabacı hamal Kürt olur” demişlerdi.

 

 

Bu “arabacı Kürt hamal”, rastlantının güzelliği bu olsa gerek, Türkiye sinemasının Yeşilçam sistemini yerle bir edecek adımın ilkini bir arabacı hamalını canlandırdığı Umut filmiyle başlatacaktı.

 

Hayatında hiçbir şey değişmediği halde salondan rahatlayarak çıkan seyirciler, Umut filminden çıkarken acı gerçekle karşılaştı. Seyirci bu filmde acıdan buz kesen “hayatın soğuk yüzü” ile karşılaştı. Bu soğuk yüz hayatla birlikte dönen insanların gerçek yüzüydü. Film seyirciye kendisini görmesini sağladı.

 

Yılmaz Güney adeta faytoncu Cabbar’ın arabasına sinemayı/sinemasını yükleyerek onu taşıyacaktı.

 

Yaşadığı sürece de “sinemanın hamallığını” yaptı yıllar boyu. Filmlerinde hayatın bir parçası olan, hayatla beraber dönen insan tiplerini –Seyithan, Umut, Baba, Arkadaş, Endişe, Düşman, Sürü, Yol– ortaya çıkardı.

 

Biz de 36 yıl önce yitirdiğimiz ve şimdi çok uzakta olan; sinemayı seven, öyküler/romanlar/senaryolar yazan, filmler çeken sinemacımızı saygıyla anıyoruz.

Editör: TE Bilisim