Bilinmeyen İki Ozan  Diyarbakır, yüreğimde silinmez izler bıraktı ya, bir yerlerde söz sahibi olduğumda ve, ulusal düzeyde bir etkinliğin başında isem, orada mutlaka Diyarbakır’ın da gündeme getirilmesi arzusu ve heyecanı içinde oldum.


    Örneğin, uzun yıllar Başkanlığını yaptığım Halk Kültürü Araştırmaları Kurumu’nun, Valilik ile birlikte, 7-9 Mayıs 1985 tarihlerinde Eskişehir’de düzenlemiş olduğu II.Ulusalararası Türk Halk Edebiyatı Semineri’ne Diyarbakır kültürü için çok şey yapmış olan Şevket Beysanoğlu’nu da davet ettim. 
    Beysanoğlu bu seminerde, “Bilinmeyen İki Saz Şairi” başlıklı bir bildiri sundu. Bu bildirisine; “Diyarbakırlı saz şairleri üzerinde yıllardır yapmakta olduğumuz çalışmalarda tespit edilen saz şairi sayısı 22’dir” diye başladı ve konuşmasını şöyle sürdürdü:
    “Bunlardan üçü hakkında oldukça geniş bir bilgiye sahibiz ve şiirlerinden bol örnekler verme imkanımız var. 12’sinin kimliği hakkında bildiklerimiz pek sınırlı. Elimizde ancak bir veya iki şiirleri mevcut. Yedisinin ise sadece Diyarbakırlı olduklarını biliyorduk. Cönkler üzerinde taramalarımız ilerledikçe, elimize yeni cönkler, yazmalar, defterler geçtikçe bunlar hakkında yeni bilgiler ve şeirlerinden örnekler elde etmekteyiz. Bu bildirimize konu olan iki saz şairi bu sonunculara birer örnektir. Bu şairlerden ilki Fatma Bacı’dır.”
    Beysanoğlu bu Fatma Bacı’nın Diyarbakır’ın Dalkabak ailesinden olduğunu, 1895-97 yıllarında öldüğünü yazmakta ve elinde sadece onun “Karakış Destanı” ile bir ağıtının  bulunduğunu kaydetmektedir. 
“Mali binüçyüz iki de bisavuk
 Kuruttu meyveyi kaldı hep kabuk
Öldü pinde nice horozla tavuk
Çizmeler yerine giyildi çaruk
Aman Yârab bu savuğun elinden
Dörtlüğüyle başlayıp, sekiz dizeden oluşan Karakış Destanı şu dörtlük sona ermektedir:
Fatma Bacı aldım ele sazımı
Bu diyarda kimse çekmez nazımı
Böyle yazmış Mevlâm alın yazımı
Sona geldi destanımın yazımı
Aman Yârab bu savuğun elinden
    Beysanoğlu sözünü ettiğim bildirisine Fatma Bacı’nın bir de altı kıt’adan oluşan ağıtını eklemiştir.
    Söz konusu bildiride ismi zikredilen Diyarbakırlı ozan Âşık Melûl’dür…Beysanoğlu bu osan hakkında şunları yazmıştır: 
“Asıl adı Levon olan bu ozan Ermeni kökenlidir. Babası Ermuş’unpuşu ve mantin dokuma tezgâhlarında usta idi. Taşnak ve Hınçak  komitelerine bağlı  tahrik ve teşvikleriyle 20 Ekim 1895’te Diyarbakır’da vukua  gelen ve üç gün süren I.Ermeni olayına dair yazdığı destanda bu komitelere mensup sergerdeleri ağır bir dille taşladığı için, aynı yıl sonlarına doğru bir Ermeni tarafından öldürüldüğü söylenmektedir. Âşık Melûl’ün bu destanı henüz bulunamamıştır. Taradığımız cönklerde yalnız iki mayası vardır.”
Beysanoğlu sözü edilen bu iki maya ile bildirisini noktalamış idi. 
    1.
Humar gözlüm  o nükteli sözlerin
Göz göz olmuş kara bağrım oyandır
Can ü dilden böyle müştak olduğum 
Bin nazla salınan selvi boyandır.

Çok saraldı soldu benzin kızılı
Bu kanundur güzel sever güzeli
Tıfıl iken muhibb idik ezeli
Şimdi beni yad yerine komundar

Ben mailem yanağında gülüne
Söyleşende bal dökülen diline
Zerrin keme hub yakışır beline
Her ne giysen selvi boyan uyandır

Aşkın ile yeter solum saralım
Kara kaşlı humar gözlü maralım
Gitme gitme eğlen bile varalım
Sen suvarsın Âşık Melûl yayındır.

2.
Humar gözlüm aklım alır nicesi
O benlerin karesi var yanınca
Bölük bölük zülüflerin telinden
Miskû amber saresi var yanında 

Bülbül kimi arzularım gülümü
Felek kırdı kanadımı kolumu
Ben diyemem, kimse bilmez halimi
Bu bağrımın yâresi var yanınca

Yüzüm gülmez, gam eksilmez aradan
Ayrılalı kaşı gözü karadan
Ver muradım yeri göğü yaradan
Melûm Âşık, çaresi var yanınca.