Diyarbakır, Anadolu’da Mezopotamya’ya açılan yollar üzerinde bulunması nedeniyle her dönem ticari önemini korudu. Kentte ipekçilikten dokumacılığa, çinicilikten camcılığa kadar birçok zanaat gelişti. Bedestenler, hanlar ve çarşılar, kentin ekonomik canlılığının merkezi oldu.
EVLİYA ÇELEBİ’NİN ANLATIMLARI
1655-1656 yılarında Diyarbakır’ı ziyaret eden Evliya Çelebi, kenti “zanaatkârı bol bir şehir” olarak tanımladı. Çelebi, 676 çarşını bulunduğunu, 66 farklı meslek grubunun faaliyette olduğunu aktardı. Demirciler, kuyumcular, kazazlar ve bezzazların çarşılarını özellikle övdü. Çelebi’ye göre zanaatkârlar çalışırken makamla nağmeler okuyarak çevresindekilere hayranlık uyandırıyordu.
AVRUPALI SEYYAHLARIN GÖZLEMİ
1815’te kente gelen İngiliz seyyah J.S. Buckhingam, bin 500 şal tezgâhı, 300 deri imalatçısı ve 100 demircinin bulunduğunu yazdı. Fransız seyyah P. Avril ise ipek endüstrisinin, ileri düzeyde olduğunu, kırmızı pamuklu bez ve derinin önemli ticari ürünler arasında yer aldığını belitti. Polnyalı Simeon ise kuyumcuların ustalığının İstanbul’dakilerle yarıştığını aktardı.
TARİHİ HANLAR VE ÇARŞILAR
Hasanpaşa Hanı, Delliler Hanı, Çifte Han ve Tütün Hanı gibi yapılar hem ticaret hem de konaklama mekânı olarak kullanıldı. Ulu Cami yanında yer alan Buğdaycılar Çarşısı’nın 16. Yüzyıldan önce yapıldığı tahmin ediliyor. Aşefçiler Çarşısı, Hevsel’den getirilen ot ve sebzelerin satıldığı kadın pazarı olarak öne çıktı. Balıkçılarbaşı ile Ulu Cami arasındaki Sipahi Pazarı ise yöresel kıyafetler, baharatlar ve el yapımı ürünleriyle biliniyor.
SANAT VE EKONOMİNİN BULUŞTUĞU ŞEHİR
Seyyahların kayıtlarına göre Diyarbakır, sadece bir ticaret merkezi değil, aynı zamanda sanatla yoğrulmuş bir üretim şehriydi. Zanaatkârların ustalığı ve halkın sanata ilgisi, kentin kültürel kimliğini şekillendiren unsurlar arasında yer aldı.