Toplumun bilimsel tanımlaması “tarihsel gelişme içinde, aynı toprak parçası üzerinde birlikte yaşayan ve ortak bir uygarlığı olan, yaşamlarını sürdürmek, birçok temel çıkarlarını gerçekleştirmek için işbirliği yapan insanların tümü.” şeklinde yapılmıştır.

Bu tanımlama ile ortaya çıkan yapıya Toplumsal yapı denmiştir.

Medeniyetler içinde barındırdığı toplumun verdiği ve kendine sunduğu eserlerle kalıcı ve unutulmaz bir şekle bürünmüştür.

Toplumsal yapı ile inşa edilen medeniyetlerin genel manada en büyük ortak özellikleri, Sanat, Edebiyat, Mimari yapıları ve bunlarla birlikte toplumun verdiği olumlu karşılıklardır.

Bu sayede yüzyıllar boyunca toplumun hafızasında silinmez izler kalır ve yeni nesiller bu izleri takip ederek kendi toplumsal yapılarının temellerini atarlar.

Buna ek olarak coğrafi konumun önemini de vurgulamak gerekiyor.

Coğrafi konum sayesinde ticari ilişkiler ve buna bağlı gelişen yönetim refleksleri, oluşan medeniyetin inşası ve gelişimi çerçevesinde, folklor, giyim kuşam, yeme-içme ve bunlara benzer diğer kültürel yapılarla bütünleşerek toplumun ete kemiğe bürünmüş halini bizlere yansıtır.

Mezopotamya’nın bereketli ovalarına ve verimli topraklarına sahip olan Diyarbakır, geçmişten günümüze birçok medeniyetin buluştuğu bir kavşak noktası olmuştur. 

Bu durum sonucunda, faklı din ve etnik kökenli insanların huzur içinde birlikte yaşadığı diğer şehirlerimiz gibi Diyarbakır’da bu anlamda dünyaya hitap ediyor.

 Şehrin dokusunu-tarihini yansıtan mimari özellikleri ve bu özellikleri güzelleştiren süslemeleri Diyarbakır’ı canlı bir açık hava müzesine çevirmiştir.

Diyarbakır, kadim bir yerleşim yeri olma özelliğiyle birlikte, farklı medeniyetlerin izlerini taşıyarak, başta surların duvarları olmak üzere tüm taşınır veya taşınmaz eserlerde değişik kültürlerin figüratif-sanatsal miraslarını bizlere adeta emanet etmiştir.

Bu sayede sur yapıları ve diğer eserler üzerinde gelenekselleşen ve benzerine az rastlanır kültür varlıkları haline gelen eserler şehrimizin kimliğinin bir parçası olmuştur.

Bu eserler göz önünde olduklarından dolayı, kültürel zenginliği canlı tutan önemli hatırlatıcılar konumundadır.

Doğal ortamda meydana gelen değişimlerle oluşan kentlerin, değişim ve süreklilik içerisinde kendini koruması ve gelecek nesillere devamlılık halinde aktarılması oldukça güç bir durumdur.

Bu güçlüklerle başa çıkamayan birçok yerleşim yeri tarihten silinmiş ve yok olmuştur. 

Kentlerin coğrafi özellikleri ile birlikte onu yaşatacak ve devamlılığını sağlayacak olan en önemli etkenin içinde yaşadığı toplumla bütünleşmiş ve yaşadığı kenti tarif eden ve açıklayan kültürel bir kimliğe sahip olmasıdır.

Mezar taşından süslemelere, el sanatlarından kabartmalara her türlü sanatsal eserleriyle gelecek kuşaklara kendini hatırlatan ve mesajlarını bu yolla bırakan tüm medeniyetlerin emanetçisi olan bizlerin bu emanete sahip çıkması dileğiyle.