Şehri kuran insanlara, tarihi yapılarına, mimari kültürüne ve doğasına saygıdır.
Binlerce yıl, onlarca farklı medeniyeti bağrına basmış bu kadim şehre saygı göstermek bizlerin asli görevidir.
Maalesef bu mantaliteye sahip olmayan insanlar birer mirasyedi gibi şehrimizi katletmekte, şehrin bağrına hançer saplar gibi ucube yapıları dikmektedir.
Buna engel olması gerekenler; öncelikle şehir yöneticileri, şehrin ileri gelen sivil toplum örgütleri ve şehrine sahip çıkması gereken şehrin gerçek sahipleri olan bilinçli halktır.
Ancak o kadar vurdumduymazlık hakim ki, bırakın şehrin mimari kimliğine uyan yeni yapılar yapmayı, bugüne kadar her türlü yıpratılmaya karşı ayakta kalabilmiş tarihi ve ruhu olan yapılar bile yok edilmeye uğraşılmaktadır.
Bütün bu olumsuzlukların yanında son yıllarda UNESCO'nun Dünya Kültür mirasları koruma kapsamında vermiş olduğu destek sayesinde yapılan onarımlar bu yapılara nefes aldırmış ancak bu onarımlar sadece yaraya pansuman olacaktır.
Asıl önemli olan geçmişimizin simgeleri olan bu miraslarımızın halk tarafından sahiplenip hakkettiği saygıyı görmesidir.
Şunu aklımızdan çıkarmamalıyız; hiç bir turist dünyanın bir ucunda binlerce km. yol kat edip yeni yapıları görmeye gelmez. Onlardan çok daha güzelleri kendi şehirlerinde vardır zaten.
Bu sebeple kendi geçmişimize saygımız yoksa bile, Dünya kültürel mirası olan bu tarihi yapılara hakkettiği saygıyı ve sadakati göstermek zorundayız.
Bunu sağlayabilmek de çocuklara makro tarihin yanında ve hatta ondan önce mikro tarihi öğretmekle mümkün olacaktır.
İlkokullarda o şehrin Sanat tarihi dersi mutlaka olmalıdır.
SADAKAT sadece insanlara değil, kültüre, şehre ve doğaya gösterilmelidir.