Okula gidip de “günaydın ya da tünaydın öğrenciler” diyen öğretmenlerin (hocaların) selamlama (dilek) hitabını duymayan hiç kimse, hiçbirimiz, hiçbir kulak yoktur sanırım.

 Sabah okullarına giden öğrencilere sınıfa giren hocaların, “günaydın”,  öğle okullarına giden öğrencilere de, “tünaydın” öğrenciler” demesine, “sağol” diyerek karşılık verirdik öğrenciyken hepimiz, tıpkı bugün öğrencilerin karşılık verdiği gibi. 

Aynı şekilde bu hitaptan sonra her hoca bilindiği üzere yoklama aldıktan sonra ders işlemeye başlar.  Yoklama listesini eline alıp ismini okuduğu (hitap ettiği) öğrenci sınıfta (okulda) ise, “burda” diyerek seslenir, sınıfta olmayan öğrenci varsa hoca o öğrenciyi “yok” yazar.

Bugün de her iki hitap aynı şekilde devam ediyor. Neden mi? Çünkü ilk hitap; selamlama, dilek, temenni, esenlemedir.  Bu selamla hitabı; o günümüzün sırf aydınlık geçmesi, o günümüzün sırf mutlu ve huzurlu geçmesi, o günümüzün sırf sorunsuz ve kayıpsız geçmesi içindir. 

Hocaların yıllardan beri süregelen, “günaydın” ve “tünaydın” dilek ve selamlama hitabına öğrenciler, bazen yaşadığı acı olayları, doğal afetleri ya da kayıpları, üzüntüleri yüzünden maalesef bu kez “sağol” diyerek karşılık veremeyebiliyor hocam.

Yine aynı şekilde hocaların,  yıllardan beri süregelen, öğrencilerin ‘sınıfta mı değil mi’ diye isimleriyle hitap ettikleri öğrenciler, bazen yaşadığı acı olayları, doğal afetleri ya da kayıpları, üzüntüleri yüzünden maalesef bu kez “burda” diyerek karşılık veremeyebiliyor hocam.

Bu hitaplarınıza öğrenciler tarifsiz acılarından, parçalanmış minik yüreklerinden ötürü boyunlarını büküp saatlerce belki de günlerce suskun kalabiliyor hocam.

İşte bugünler de o tarifsiz ve kifayetsiz acı günlerden biridir hocam.

İşte bugünler de büyük küçük yüreklerin paramparça olup zifiri karanlığın yeryüzünde hüküm sürdüğü günlerden biridir hocam.

İşte bugünler de ansızın gelen ve ardı arkası kesilmeyen kayıpların, sönen umut ve hayallerin, yitirilen hatıra ve canların yaşandığı matemli günlerden biridir hocam.

İşte bugünler de; yokluğuna dayanılamayan acı kayıpların, gidişlerin, terk edilişlerin, ayrılıkların, akarsu misali diyardan diyara akan gözyaşların, her şeyini kaybeden yalnızların, dünyaya yayılan yalnızlıkların, yetim öksüz kalan kimsesizlerin, haykırmak isteyip de konuşamayan suskunların, bu kez fırtına sonrası gelen sessizliğin, yaşama sevincini, umudunu yitirip içine kapananların,  inzivaya çekilenlerin yaşandığı günlerden biridir bugün be hocam.

İşte 6 Şubat günü ülkemin 10 ilinde meydana gelen deprem felaketi (doğal afet) nedeniyle her öğrenci için, hepimiz için, 85 milyon için bugünler yukarıda saydığım günlerden biridir hocam.

Sevdiklerimizi, yakınlarımızı, çoluk çocuklarımızı, eş dostlarımızı, ana babalarımızı, velilerimizi, yarınlarımızın geleceği ve teminatı olan yüzlerce öğrencimizi maalesef yitirdik bu deprem felaketinde hocam!

Bu yüzden diyorum ki hocam:

Okullar açıldı, bir selam, bir temenni hitabı olan “günaydın ve tünaydın”  demeyiniz öğrencilerinize bu aralar be hocam!  Çünkü hiçbiri bu aralar iyi değil ki “sağol” deyip karşılık verebilsin be hocam! Bu aralar hiç birimiz iyi değiliz be hocam!

Öğrencilerin” sınıfta mı değil mi?” diye yoklama almayın bu aralar be hocam! Çünkü ismini okuduğunuz öğrenci ya da öğrencilerin belki de hiç biri, hiçbir zaman artık sınıfta olmayabilir be hocam. Belki birçok öğrenci sonsuza dek sıralarından, arkadaşlarından aramızdan ayrılmış olabilir be hocam!  İsmini okuduğunuz öğrencilerinizin  “burda” diye sesini duymaya bilirsiniz be hocam! İşte o zaman hep beraber ağlar, yıkılırız olduğumuz yerde be hocam! 

Depremde yaşanan can kaybı yüzünden kim bilir kaç sıra boş kaldı ya da kaç sınıf, belki de kaç okul be hocam! Ama siz yine de onları ‘yok’ yazmayın hiçbir zaman ne olur be hocam! Hep “burda”lar diye duyun bilin ne olur be hocam!

Kim bilir kaç çanta sırtlarda değil de yerlerde, enkazlarda sahipsiz, kimsesiz kaldı be hocam! 

Kim bilir kaç besleme çantası şu an yiyecek, içecek, gıda almayı bekliyor veliden be hocam!

Kim bilir kaç masa kitapsız, deftersiz, kalemsiz, silgisiz, açacaksız ve de örtüsüz kaldı be hocam!

Kim bilir kaç kitap, kaç defter, kaç kalem, kaç silgi, kaç açacak daha hiç kullanılmamış, onlara el bile sürülmemiş be hocam! 

Kim bilir kaç ev, kaç yatak, kaç yorgan, kaç yastık ve de kaç park boş kaldı, çocuksuz kaldı be hocam!

Ha bir de tahtaya dokunup da yazma be hocam, karalama bir şeyler bu aralar tahtaya be hocam! 

Kim bilir belki o da karalar bağlamıştır;  sıra gibi, masa gibi, silgi gibi, kalem gibi, defter gibi, açacak gibi, çanta gibi...

Kim bilir belki o da yastadır kifayetsiz acısından ötürü boynu bükük ülkem gibi, toprak gibi, su gibi, dağ gibi, taş gibi, güneş gibi, ay gibi, yıldız gibi… Onun da kabuk tutmayan yarasını deşmeyiniz be hocam! 

Ne olur yoklamayı almayınız bu aralar be hocam!  Ne olur “günaydın, tünaydın” demeyiniz bu aralar be hocam!

Yoksa yeniden yaşarız bu kifayetsiz acıyı!

Ne olur bunu bize yaşatmayınız be hocam!