Sevgili okur, Diyarbakır’a özgü bazı kelimeler vardır; onları duyduğunda, sanki uzak bir avludan gelen kahkaha gibi içini ısıtır.

Ben o sesleri birebir yaşamamış olsam da, Diyarbakır’ın dar sokaklarında yankılanan o sıcak dili dinledikçe, şehrin kalbinde hâlâ çocukların neşesini hissediyorum.

“Hamşo” mesela… Kulağa sert ama içinde tatlı bir şefkat barındırır. Büyüklerin azarlarken bile gülümseyerek söyledikleri bir kelimeymiş: biraz savsak, biraz saf ama iyi yürekli çocuklara söylenirmiş. Bugün duysak belki gülümseriz; çünkü bu kelime, o dönemin masumluğunu taşır.

Çömçe gelin de öyle… Tahta bir kaşık, biraz bez, biraz hayal gücüyle yapılan bir oyuncak. Belki bizim çocukluğumuz plastik oyuncaklarla geçti ama çömçe gelin, o dönemin sevgiyi el emeğiyle kurduğu dünyayı anlatıyor. Bastok, pişo, zıkkum, Afrut… Her biri Diyarbakır’ın kendine özgü hikâyelerini, tatlarını ve korkularını taşır.

Ben bu kelimeleri yaşamadım ama duydum, dinledim, araştırdım. Çünkü bir şehrin dili, sadece yaşayanların değil, dinleyenlerin de hafızasında kök salar. Diyarbakır’ın avlularında bastok kokusu, pişoların kanat sesi, çocukların “gogo” oyunundaki kahkahaları hâlâ duyuluyor gibi…

O yüzden diyorum sevgili hemşerilerim: Bu kelimeleri unutturmayalım. Hamşo, zıkkum, çömçe gelin… Hepsi birer dil çiçeği; kurursa sadece bir kelime değil, bir kültür de solar. Gelin bu tatlı telaffuzları yaşatalım ki, yarın torunlarımız “Bastok neydi?” diye sorduğunda, bizden bir hikâye duysunlar.