Fransa, Almanya, Belçika, Hollanda gibi, önemli ülkelerin arasında yer alan Lüksemburg, hep merak ettiğim bir ülke idi. Daha çocukluk yıllarımda, mahallede oyun oynarken yaptığımız tekerlemelerde şöyle derdik: İsveç-Norveç-Danimarka…Belçika-Felemenk-Hollanda…Ülkemizin Başkenti Ankara…
O çocukluk yıllarında biz, Felemenk’in bugünkü Benelüks, yani Belçika, Lüksemburg, Hollanda vb.gibi ülkelerin, topluca adlarını içerdiğini de bilmiyorduk.
Adım adım, Dünyayı dolaşmaya başladığım zaman, önce İsveç, Norveç ve Danimarka’yı, sonra da Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’u, ama peş-peşe gezip görebilme olanağını bulmuştum.
Bir Belçika seyahatimde, Belçika’nın Gent kentinde yaşamını sürdüren Bolvadinli genç hemşehrim Ozan Mustafa Avşar’a, beni Lüksemburg’a götürmesini rica ettim.
30 Ağustos 2011 sabahı Gent’ten Brüksel’e gelen Ozan Mustafa Avşar’ın otomobili ile, Lüksemburg’a müteveccihen yola çıktık. Mükemmel otobanda yol alırken, sağda ve soldaki irili ufaklı yerleşim birimlerini zevkle ve heyecanla seyretmiştim. Bir ülkeden başka bir ülkeye, yani Belçika’dan Lüksemburg’a girerken de “Nereye gidiyorsun?” diyen olmamıştı. Yani, artık Avrupa’da sınırlar kaldırılmıştı…
Lüksemburg’a yaklaşırken, bir benzin istasyonunda konaklayıp, yemek yemiştik. Lüksemburg’a girişte de ilk olarak, bizim takımların ve milli takımımızın da maç yaptıkları stadyumu görmüştük. Burası minik bir ülkeydi ve yarım milyon dolayında nüfusu vardı. Nüfusun 80 bin kadarı İspanyol, 30 bini de İtalyandı. Bu ülkeyi yönetenlerin zaman zaman Türkiye’nin iç işlerine karışmaları ve hatta olumsuz sözler söylemeleri hep kanıma dokunmuştu.
Tarihi köprüler, şatolar, saraylar ve Kale, Lüksemburg’un simgeleriydi. Örneğin kale ve surlar, UNESCO’nun dünya mirası listesine alınmıştı. Kentin içinde minik bir oto-tren ile turistik geziler yapılıyordu ve tabii biz de bu gezintilerden birine katılmıştık. Ayrıca Mustafa ile birlikte yürüyerek, şehrin altını üstüne getirmiştik! Hatta sokak ressamlarından birinin karşısına oturan Mustafa, bir de portresini çizdirmişti.
Avrupa Birliği para birimi Euro, doğal olarak burada da geçerliydi. Fakat komşu ülkelerde geçerli olan paralar ile de alış veriş yapabilmek mümkündü ve esnaf, hangi para verilirse alıyor ve paranın üstünü verirken de aynı birime uyuyordu.
Bilindiği gibi, Avrupa Birliği oluşturulmadan önce, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg, Benelüks adıyla bir birlik kurmuşlar ve özellikle ekonomik konularda birlikte hareket etmişlerdi. Lüksemburg bugün de Avrupa finans merkeziydi ve bankacılık hayli gelişmişti. Ülke AB’nin kurucuları arasında yer alıyordu. Esasen Avrupa Parlamentosu da buradaydı. Türkiye 03 Ekim 2005 tarihinde, AB katılım müzakerelerine burada başlamıştı.
Kent merkezi motorlu vasıtalara kapatılmıştı. Burada cafeler, restoranlar, yolun ortasında çeşitli hareketlerle para toplamaya çalışan züğürt turistler vardı.
Yeşil ve doğa, bölge insanının olmazsa olmazı idi. Herkes ağaçları, çiçekleri, çimleri korumakla görevli gibiydi. Anıtlar da korunması zorunlu eserler olarak kabul ediliyordu. Tüm tarihi kişiler ve olaylar anıtlaştırılmıştı. Son yıllarda klasik anıtların yerini soyut, çağdaş anıtlar alıyordu.
Fiyatlar, Avrupa Birliği standartlarının altındaydı. Gerçi bana yine pahalı geliyordu ama; Mustafa, Lüksemburg’un, Belçika’ya oranla daha ucuz olduğunu, çünkü burada vergi alınmadığını söylemişti. Mustafa şu açıklamayı da yapmıştı: “Belçika daha pahalıdır ama; devlet aldığı vergiyi hizmet olarak halka çevirmektedir. Örneğin işsizlere maaş bağlanmakta ve sosyal hizmetler verilmektedir…Ayrıca Belçika bir hukuk devletidir.”
Lüksemburg, hem ülkenin hem de başkentin adıydı. İdari yapılanmada ülke, 3 ile bölünmüştü. Bu üç il kendi içinde toplam 12 kantona ve bu kantonlar da 16 komüne ayrılmıştı. Ülkedeki komünlerden 12'si şehir statüsüne sahipti ve bunların içinde en büyüğü başkent Lüksemburg'du. Ülkede parlamenter temsilî demokrasi ile birlikte anayasal krallık sistemi vardı ve krala “Dük” deniliyordu. Bu nedenle Lüksemburg’a “Dükalık” da denilmekteydi…
Şehrin kuzeyinde Alzette Nehri, güneyinde Pétrusse Nehri ve ortasında Orta Çağ’da Franklar tarafından inşa edilen Lüksemburg Kalesi bulunuyordu.
Lüksemburg, 10. yüzyılda kurulmuş ve zengin bir tarihe ve Avrupa’nın kalbinde stratejik bir konuma sahipti. Brüksel'e 188 km, Paris'e 289 km, Köln'e 190 km uzaklıktadır. Şehir, bin yılı aşkın bir süredir defalarca el değiştirmiştir. Tarihi mahalle ve sur sistemleri ile kentin tarihsel değerleri 1994 yılında Dünya Mirası listesi ile koruma altına alınmıştır.
2007 yılında yapılan nüfus sayımına göre şehrin metropol nüfusu 103 973, sayılı nüfusu ise 86 329 kişidir. Lüksemburg, dünyanın en zengin şehirlerinden birisi olarak kabul edilir; bu nedenle, yıllar içerisinde bankacılık merkezi haline gelmiştir. Avrupa Birliği’nin üç resmi kurumu Avrupa Mahkemesi, Avrupa Adalet Divanı ve Avrupa Yatırım Bankası Lüksemburg şehrinde bulunmaktadır.
Roma İmparatorluğu döneminde Roma yollarının kesişiminde yer alan Lüksemburg'u kuşatmalara karşı güçlü kılmak için Lüksemburg Kalesi inşa edildi. 963 yılında Trier'de imzalanan ticaret anlaşması ile Siegfried Ardennes, İmparator I. Otto'nun akrabası olan Fransız kralı, Kral II. Lois'den toprakları satın aldı. Siegfried'ın buraya "küçük kale" anlamına gelen "Lokilinborhug" adını verdi. Bu satın alma işlemi gerçekleşirken, kayalıkların üzerine küçük bir kale inşa edilmişti. 987 yılından sonra, günümüzde Michael Kilisesi olarak adlandırılan kilisenin yakınlarında, Roma'ya en yakın yolda bir yerleşim yeri şekillenmeye başladı.
Tarih boyunca Lüksemburg Şehri, coğrafi konumu ve beşeri özellikleri nedeniyle askeri ve stratejik bir öneme sahip oldu. Şehrin ilk surları, henüz 10. yüzyılda inşa edilmiştir. Şehir, günümüzde Notre Dame Kilisesi olarak adlandırılan Aziz Nikolas Kilisesi'ne doğru genişletilmiştir. 12. yüzyılda ise 5 hektarlık alanı kapsayan duvarların inşasına başlanmıştır. Surların inşası 1340 yılında tamamlanmış ve surlar, 1867 yılına dek ayakta kalmışlardır.
1443 yılında şehir Burgonya Ordusu tarafından işgal edilmiş ve 4. Burgonya Krallığı'nın bir parçası haline gelmiştir. Ardından İspanya ve Avusturya İmparatorluğu da, Lüksemburg Şehri'ne ev sahipliği yaptı. Böylece Lüksemburg Kalesi, 16. yüzyılın en güçlü kalelerinden biri haline geldi. Daha sonraki yıllarda şehir birkaç kez daha el değiştirdi.
Lüksemburg Şehri, Jura Devri'nin başında oluştuğu tahmin edilen Lüksemburg Platosu'nun güneyinde yer alır. Ovalar, ülkenin üçte ikisini kaplar.
Şehir merkezi, Alzette ve Pétrusse nehirleri üzerinde, 70 metrelik dik yamaçların üzerinde yer alır. Nehir ve kanallar üzerine birçok köprü inşa edilmiştir. Bunlar arasında en çok bilinenleri Adolf Köprüsü ve Büyük Düşes Charlotte Köprüsü'dür.
Lüksemburg Şehri, ülkenin en büyük dördüncü komünü ve en büyük kentsel alanıdır. Lüksemburg Şehri, 51 kilometrelik bir alanı kaplar. Nüfus yoğunluğu yüksek değildir ve oranı kilometrekare başına 1 500 kişidir. Şehrin büyük bir kısmını parklar, ormanlık alanlar ve tarım alanları kaplar. Şehir, ılımlı bir iklime sahip ve oldukça yüksek yağış miktarıyla karakterize edilir.
Ülkede Diekirch, Grevenmacher ve Lüksemburg adında üç il bulunuyor. Ancak bu üç il kendi içinde toplam 12 kantona ayrılır. Kantonlar ise 16 komünden oluşur. Bu komünlerden 12'si şehir statüsüne sahip olup, bazıları şunlardır: Diekirch, Esch-sur-Alzette, Grevenmacher, Remich, Rumelange, Wiltz’tir.
***
Lüksemburg’un her yeri, tarihi ve turistik yapılarla dolu…Bu yapıları, şöyle üstünkörü bir dolaşımla bile, gezebilmek için en az iki gün gerekir.
Örneğin, Adolphe Köprüsü…Bock Casemates…Büyük Dük Sarayı…Banka Müzesi…Grandük Jean Modern Sanatlar Müzesi (Mudam) ...Lüksemburg Notre-Dame Katedrali. ...Ulusal Tarih ve Sanat Müzesi. ..Vianden Kalesi…Parklar…Alış-veriş merkezleri…kafeler.

Ozan Avşar’la Lüksemburg’da

Lüksembburg’da Ankara Dönercisi