Türkiye’de tarım konuşulurken çoğu zaman rakamlar, rekolte tabloları ve ihracat kalemleri ön plana çıkarılır. Oysa tarım, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yalnızca bir üretim faaliyeti değil; hayatın kendisidir.

Bu bölgelerde geçim kaynağının ve iş gücünün büyük çoğunluğu hâlâ tarım ve hayvancılığa dayanır. Buna rağmen tarımsal politikalar, bu gerçeği yeterince hesaba katmayan, bölgesel farkları görmezden gelen bir anlayışla şekillenmektedir.

Doğu ve Güneydoğu’daki birçok köyde yaşam standartları, Türkiye ortalamasının belirgin biçimde gerisindedir. Yol, içme suyu, kanalizasyon, elektrik altyapısı ve özellikle internet erişimi hâlâ temel bir sorun alanı olmaya devam etmektedir. Ulaşımın zor, iletişimin sınırlı olduğu bir köyde tarım yapmak; sadece tarlayla değil, aynı zamanda yalnızlıkla, dışlanmışlıkla ve belirsizlikle mücadele etmek anlamına gelir. Bu koşullar altında büyüyen gençler için köy, üretimin ve umudun değil, çoğu zaman imkânsızlıkların sembolü hâline gelmektedir. Gençlerin köylerden kopuşu, temelde tarımdan kopuş değildir; yaşamdan kopuştur.

Bu kopuşun bir diğer önemli nedeni, bölgede üretilen tarımsal ürünlerin yerinde işlenememesidir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu, ciddi bir tarımsal hammadde potansiyeline sahiptir. Hububat, bakliyat, pamuk, yem bitkileri ve hayvansal ürünler büyük emeklerle üretilir; ancak bu ürünleri katma değere dönüştürecek tarıma dayalı sanayi son derece sınırlıdır. Ürün, ham hâliyle bölge dışına çıkar; kazanç, istihdam ve sanayi başka bölgelerde oluşur. Çiftçi ise emeğinin karşılığını alamaz. Tarım ürünleri işleyen fabrikaların yetersizliği, sadece ekonomik bir eksiklik değil, bölgesel kalkınmanın önündeki en büyük yapısal engellerden biridir.

Destekleme politikaları da bu eşitsizliği derinleştiren bir başka unsurdur. Türkiye’de tarımsal destekler büyük ölçüde “ürün bazlı” ve “dekara eşit” şekilde verilmektedir. Oysa Doğu ve Güneydoğu’da üretim maliyetleri daha yüksektir; iklim riskleri fazladır, pazar daha uzaktır, nakliye ve enerji giderleri çiftçinin belini büker. Bölgesel destekleme mekanizmalarının ya hiç olmaması ya da son derece sınırlı kalması, zaten dezavantajlı olan üreticiyi daha da kırılgan hâle getirir. Aynı desteği vermek adil değildir; adalet, farklı koşulları gözetmekle mümkündür.

Bu tablo en çok hayvancılıkta hissedilir. Bölge, Türkiye’nin önemli hayvancılık merkezlerinden biri olmasına rağmen yem maliyetleri, mera sorunları ve pazarlama eksiklikleri nedeniyle hayvancılık sürdürülebilir bir gelir kapısı olmaktan uzaklaşmaktadır. Hayvancılığın gerilemesi, zincirleme biçimde tarımı, kırsal istihdamı ve gıda güvenliğini de olumsuz etkilemektedir.

Bugün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da tarım ve hayvancılık sadece ekonomik bir faaliyet değil, toplumsal dengeyi ayakta tutan temel sütundur. Bu sütun zayıfladıkça göç hızlanmakta, köyler boşalmakta, üretim bilgisi ve kültürü kaybolmaktadır. Tarımda bölgesel eşitsizlik, bu nedenle yalnızca bir tarım politikası meselesi değil; sosyal adalet, kalkınma ve eşit yurttaşlık meselesidir.

Türkiye tarımı güçlenecekse, bu ancak Doğu ve Güneydoğu’daki çiftçinin yaşam koşullarını, altyapı sorunlarını, sanayi eksikliğini ve bölgesel dezavantajlarını merkeze alan bir anlayışla mümkün olabilir. Aksi hâlde aynı topraklarda üretmeye devam eden insanlar için kader değişmez; sadece yoksulluk el değiştirir.