Diyarbakır’ın kalbinde, bugün kalabalığın birbirine karıştığı, araçların, insanların ve telaşın durmaksızın aktığı Dağkapı Meydanı…

Kaç kişi biliyor, bu meydanın bir zamanlar koca bir mezarlık olduğunu? Birçok insanın doğup büyüdüğü bu şehirde bile bu bilgi şaşkınlıkla karşılanıyor. Oysa birkaç kuşak önce, tam da adımlarımızın değdiği yerde başkalarının ömrü son bulmuştu.

Mücadele Gazetesi’nin arşiv haberinde yaptığı hatırlatmada da geçtiği gibi, Dağkapı, uzun yıllar boyunca hem iç surların dışındaki önemli bir mezarlık alanıydı hem de kentin hafıza noktalarından biriydi. Cumhuriyet döneminin şehirleşme hamleleriyle birlikte, pek çok şehirde olduğu gibi, bu mezarlık da zaman içinde kaldırıldı; mezar taşları söküldü, kemikler taşındı, alan meydanlaştırıldı. Bugün şehrin en hareketli noktası olan Dağkapı, geçmişin sessizliğini çoktan içine gömmüş durumda.

Ama aslında mesele sadece bir mezarlığın kaldırılması değil.

Asıl mesele, orada yatan binlerce insanın kim olduğunun bilinmemesi…

Ne yaşadılar, nasıl öldüler, nasıl bir hayat sürdüler?

Hiçbirini bilmiyoruz.

Sanki hiç yaşamamış gibiler.

Ve işte bu noktada insanın aklına şu geliyor:

Bir gün, bizi hatırlayan son insan da öldüğünde, biz de tamamen silineceğiz.

Ömür dediğimiz şey, geride bıraktığımız gölgelerden ibaret.

Peki o zaman neden birbirimizi kırıyoruz?

Neden birbirimizin hakkına giriyoruz?

Neden birbirimizi yaralayıp duruyoruz?

Bu kadar geçiciyken, bu kadar fanîyken, bu kadar silinip gidecekken…

İnsanın doğası üzerine düşününce, şu soru ister istemez akla geliyor:

Biz iki ayaklı bir hayvan olup insan olmaya mı çalışıyoruz,

Yoksa insan olup iki ayaklı bir hayvana mı dönüşüyoruz?

Dağkapı Meydanı’nın altındaki o unutulmuş mezarlık aslında bize tam olarak bunu fısıldıyor:

“Hayat dediğin şey, bir gün biter. Geride sadece davranışların kalır.”

Belki de bu yüzden her şehir, özellikle de Diyarbakır gibi binlerce yıllık bir şehir, bize geçmişi unutturan silmeden ibaret değildir. Tam tersine, geçmişi hatırlamak zorundayız. Nereye bastığımızı bilmek, hangi yaşamların üzerine yeni hayatlar kurduğumuzu anlamak zorundayız.

Bugün meydanda yürüyen binlerce insan, geçmişin sessiz tanıklarının üzerinde dolaşıyor.

Farkında olmadan…

Düşünmeden…

Hiç bilmeden…

Belki de hatırlamamız gereken şey şu:

Bir zamanlar burada yaşayanlar da bizim gibi nefes alıyordu. Onların da umutları, korkuları, sevdikleri vardı. Şimdi hepsi sessiz. Yarın biz de öyle olacağız.

Ve bu gerçeği bilmek, belki de insanı daha iyi bir insan yapar.

Belki de tam bu yüzden, unuttuğumuz mezarlıklar bile bize yaşamayı öğretir.