Birinci ve ikinci Dünya savaşlarının üzerinden çok fazla bir zaman geçmemiştir. Bilindiği gibi yakın tarihimizdeki bu iki Dünya savaşı, milyonlarca insanın ölümüne, milyonlarca insanın da doğdukları topraklardan, başka diyarlara göç etmelerine neden olmuştur.

İnsanların, dolayısıyla ülkelerin birbirleriyle savaşmalarını önlemek, ülkeler arasındaki tüm sorunların çözüme kavuşturulmasını sağlamak amacıyla, “Birleşmiş Milletler Teşkilatı” oluşturulmuş ve bir de “Güvenlik Konseyi” kurulmuştur. Ne var ki, bu kuruluşlar ne karar alırlarsa alsınlar, her türlü sorunun çözümü işini ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya’nın alacakları karar kesin karar olmaktadır!...

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın sık sık yineleyerek yakındıkları “Dünya 5’ren büyüktür” sözü, maalesef havada asılı kalmaktadır. Öyle olduğu için de tüm insanlığın mukadderatı anılan bu beş ülkeye bırakılmadan, gereken yapılmalıdır…

Pakistan Türkiye için, kardeş Türk Cumhuriyetlerinden daha önemli ve daha değerlidir. Zira, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin  bağımsızlığını Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte, ilk tanıyan ülke Pakistan olmuştur. Esasen, KKTC’ni bugün dahi tanıyan, herhangi bir Türk Devleti yoktur. Bilakis, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan gibi kardeş ülkeler, ikiye bölünmüş olan Kıbrıs’ın, Rum tarafını tanımışlardır.

Geçmişteki Hindistan Devleti içerisinde yaşayan Müslümanlar ve Pakistan Cumhuriyeti, tarihin her döneminde Türkler ve Türkiye ile son derece kardeşane ilişkiler kurmuşlardır. Örneğin Pakistan’da T.C. pasaportu, en geçerli pasaporttur. Bir Türk, Pakistan halkı için en şerefli konuktur. 

Tüm bu nedenlerden dolayı, Hindistan ile Pakistan arasında, iki ülkeyi nükleer bir savaşa doğru sürükleyen sorun, Türkiye’nin de sorunudur. O halde, Devletimiz, Pakistanlı kardeşlerimizin yanında olmalı ve her türlü desteği vermelidir. Ayrıca, Millî Mücadele yıllarında, Pakistanlı kardeşlerimiz, aralarında topladıkları altın ve parayı, Atatürk’e göndererek, hudutsuz manevi desteğin yanısıra, maddi destek de vermişlerdir.

Hindistan ile Pakistan arasındaki en önemli çekişme “Keşmir sorunu”dur. Bu sorun çözülmeden, bu iki ülke arasında dostluk kurulabilmesi mümkün değildir…
Sözün burasında, Keşmir Sorunu üzerinde biraz durmak isterim…
Hint Yarımadasında, Himalaya Dağlarının eteklerinde bulunan Keşmir, Doğu Türkistan ve Afganistan ile sınırdaştır. Bu bölgenin güneybatısında Pakistan, güneydoğusunda Hindistan, kuzeydoğusunda Tibet ve biraz da Tacikistan yer almaktadır. 
Özgür ve işgal altındaki Keşmir’in yüzölçümü toplam 100,569 Km.kare; nüfusu ise 10 milyonun üzerindedir. Bu özellikleriyle Keşmir, yeryüzündeki  184 devletin 87’sinden  daha geniş bir alana sahiptir ve 114 devletten daha fazla sayıda insan yaşamaktadır. Bu insanların en az yüzde doksanı Müslümandır. 

Keşmir, kuzeyde Baldistan, güneyde Cammu, doğuda Ladak ve batıda Gilgit Eyelatlerine ayrılmaktadır. Buradan çıkan İndus, Celum ve Çenab gibi büyük ırmaklar, Pakistan’a doğru akar. Başkent Srinagar 1768 metre yükseklikte kurulmuş olup medrese, cami ve türbeleriyle ünlüdür. Diğer önemli yerleşim bölgesi olan Cammu, vadinin güneyinde yer alır. Denizden 1500-1800 metre yüksek olan Keşmir vadisinin verimli topraklarında pirinç, buğday, mısır ve arpa gibi tarım ürünleri yetiştirilir. Meyvecilik, hayvancılık ve ipek böcekçiliği de yapılan bölgede bakır, demir, çinko ve mermer madenleri çıkarılır. 

Keşmir, coğrafi ve doğal güzellikler bakımından dünyanın en güzel yerlerinden biridir.
Keşmir, Gazneli Mahmut, Cengiz han ve Timur tarafından ele geçirilemedi. Ama Hint Racalarının yanına paralı asker olarak giren Türk asıllı Şah Mir Svati, becerileri sayesinde kısa zamanda yükselerek, Raca Sinha Deva’ya vezir oldu. Deva’nın ölümünden sonra da Keşmir tahtını ele geçirerek “Keşmir Sultanlığı”nı kurdu. 

Şah Mir Svati’nin neslinden gelen sultanlar 1339-1589 yılları arasında bölgeyi yönettiler ve İslamlaştırdılar. Babür’lülerden Ekber Şah 1589’da bölgeye hakim olarak Keşmir Sultanlığı’na son verdi. 1739’da Nadir Şah’ın Afganistan Krallığına ilhak ettiği Keşmir’i 1819’da Sih Mihracesi Ranjit Singh ele geçirdi ve bu sülale İngiliz vesayeti altında 1947 yılına kadar ülkeyi yönetti.

1990 yılından bu yana her yıl, 5 Şubatta Pakistan’da “Keşmirle Dayanışma Günü” kutlanmaktadır. Bu günün amacı, Keşmir sorunu için uluslar arası alanda kamuoyu oluşturmak ve gerekli desteği sağlamaktır. 5 Şubat 1989 tarihinde başlatılan “Keşmir Demokrasi Yılı”, giderek, her yıl aynı tarihte bir dayanışma gününe dönüşmüştür. Nitekim yıllarca Yönetim Kurulunda yer aldığım ve bir süre Başkanlığını da üstlendiğim Ankara’da faaliyette bulunan Türkiye-Pakistan Kültür Derneği olarak “Keşmir’le Dayanışma Günü”nü biz de kutlamaktayız.

Pakistan ile Hindistan’ı, geçtiğimiz yıllarda sık sık ve bugün de savaşın eşiğine getiren Keşmir sorunu 1947 yılında başladı…Hindistan hiçbir hakkı olmadığı halde Cammu ve Keşmir’i işgal etti. Oysa bu bölgede yaşayan insanların tamamına yakını Müslümandı ve onların Pakistan’a katılmaları gerekirdi. Ya da en azından bağımsız bir Keşmir devleti kurulmalıydı. Buna da, insanlar, kendileri karar vermeliydi. Hindistan, Müslüman Keşmir’lilerin feryatlarına kulak asmadığı gibi, terör estirmeye başladı. Sorun, Birleşmiş Milletler (BM) Teşkilatına götürüldü.

B.M.Güvenlik Konseyi, 13 Ağustos 1948 ve 5 Ocak 1949 tarihlerinde, bölge halkına self-determinasyon hakkını veren karar tasarılarını kabul etti.  Konsey, Cammu ve Keşmir’in Hindistan toprakları olmadığını vurguluyor ve bölgede yapılacak bir halk oylamasıyla, halkın iradesinin saptanmasını ve tarafların da buna göre hareket etmeleri gerektiğini karar altına alıyordu. Yani, Cammu ve Keşmir’de yaşayan Müslüman halk, isterse bağımsız bir devlet kurabilir, isterse Pakistan’a veya Hindistan’a katılabilirdi.

Hindistan, B.M. kararlarını görmezden geldiği gibi; bölgeye yığdığı 700 bin dolayındaki bir ordu ile, katliamlar yaparak, halkı sindirmeye çalıştı. Estirilen korku ve teröre rağmen, mücadeleyi sürdüren Müslüman Keşmirliler, bugüne kadar 75 binden fazla şehit verdiler. Adeta, yabancı askeri güçler tarafından işgal edilmiş olan Keşmir’de insan haklarının ihlal edilmekte olduğu, uluslararası insan hakları kuruluşlarınca da belgelenmiştir. B.M. Teşkilatı ve O’nun başındaki Genel Sekreter de durumun vehametini bilmektedir. Keza B.M.Güvenlik Konseyi de, Daimi Delegeler de Keşmir gerçeğini bilmektedir. Ne var ki; ezilenler, sömürülenler, kendi ülkesinde esaret hayatı yaşayanlar ve öldürülenler Müslüman olunca; New York’ta dünyanın düzenini sağlamakla görevli olanlar, kör ve sağır olmakta; haksız ve güçlü olandan yana tavır almaktadır!...

Kuşkusuz, Keşmir’de olup bitenlere, Pakistan Devleti kayıtsız kalmamaktadır. Pakistan daima Müslüman Keşmir halkının yanında olmuş ve onları desteklemiştir. Üstelik, Hindistan ile, üç kez savaşa girmiştir. Bugün bu iki ülke, nükleer silahlara sahiptir ve Güney Asya’da, Keşmir sorunu nedeniyle, nükleer bir savaşın patlaması, uzak bir ihtimal değildir. Nitekim son birkaç gündür, Dünya bu endişeyi yaşamaktadır.

Öyleyse, B.M.Genel Sekreteri, teşkilatının almış olduğu kararların uygulanması için neden harekete geçmiyor, acaba?.Diye sormak,insan haklarından yana olan herkesin hakkıdır.

Sanırım, bu sorunun yanıtını en iyi, Türk Milleti bilir. Kıbrıs konusunda hazırlanan Annan Planını Türk tarafı kabul edip, Rum tarafı reddettiği halde, B.M.Teşkilatı neden kılını kıpırdatmamış ise; Keşmir’deki mezalime de aynı nedenle sessiz kalınmaktadır.

Muhtemel bir Pakistan-Hindistan savaşı, sadece Güney Asya’yı değil, bütün dünyayı olumsuz yönde etkileyecek bir savaş olacaktır! O halde, yüreğinde insanlık duygusu tükenmemiş olan tüm milletlerin, Keşmir sorunu ile ilgilenmeleri ve çözümünün bir an önce ve barışçı yollardan gerçekleştirilmesi için çaba harcamalıdır.