Tarih bir kez daha bizimle konuşuyor. Süleymaniye dağlarında, ellerinde tüfekler değil, beyaz bezler vardı bugün. PKK’lılar sembolik olarak silah bıraktı.
Bu topraklarda ilk kez gerçekten silahların sustuğu bir gün olabilir. Belki de kırk yıllık bir acının yorgun nefesiyle…
Bu bir zafer mi? Hayır.
Bu bir barış mı? Henüz değil.
Ama bu bir başlangıç olabilir.
Silahların susması, sadece dağların sessizleşmesi değildir.
Bu, annelerin artık mezarlıklarda değil, evlerinde çocuklarını beklemesi demektir.
Bu, asker cenazelerinde ağlayan Türk anneleriyle, çatışmalarda çocuklarını kaybeden Kürt anaların artık aynı gözyaşını dökmesin demektir.
Ama şimdi en zor soru burada başlıyor:
Silahlar sustuktan sonra ne olacak?
Kürt genci ne için mücadele edecek artık?
Dağda değilse, sokakta ne konuşacak?
Oy verdiği parti, artık sadece “kimlik” mi söyleyecek yoksa “gelecek” de mi inşa edecek?
Ve biz Türkler…
Kendimize şu soruyu sorabilecek miyiz:
Kürtler sadece silah bırakmak için mi varlar, yoksa eşit yurttaşlar olarak bu ülkenin geleceğini bizimle birlikte mi kuracaklar?
Çözüm süreci değil bu.
Bir bitiş de değil.
Bu bir hesaplaşma fırsatı.
Devletin, halkıyla. Halkın, kendiyle. Geçmişle. Korkularla. Hayallerle.
Kürtlerin talepleri hâlâ yerli yerinde duruyor.
Anadil, yerel yönetimler, kültürel haklar, onurlu temsil…
Bu talepler artık kurşunla değil, kelimeyle anlatılmalı.
Siyaset meydanında konuşulmalı.
Meclis'te tartışılmalı.
Adaletle, cesaretle…
Kürtler artık sadece affedilen değil, anlaşılan olmak istiyor.
Türkler artık sadece tehdit görmek değil, birlikte yaşamak istiyor.
Belki barış, bir gün Meclis’te değil de, Cizre’de bir kahvede, Hakkari’de bir okulda, Diyarbakır’da bir düğünde başlayacak.
Belki en önce göz göze bakıp, "sen de bu ülkenin evladısın" diyebilmekle…
Silahlar sustuysa, şimdi kalpler konuşsun.
Vicdan konuşsun.
Onarım konuşsun.
Ve en çok da: gelecek konuşsun.