İbn Havkal, bin yıl önce Diyarbakır’ı şöyle tarif etmişti: “Amid, içinden pınarlar fışkıran bir şehirdir.” O cümledeki bolluğu, bereketi bugün hayal etmek zor. Çünkü Diyarbakır artık kuraklığın, susuzluğun gölgesinde nefes alıyor.

Hz. Süleyman Camii’nin çeşmelerinden akan suyun kaynağı yeni yeni belgelerle ortaya çıktı: İçkale’den, Kaynartepe’den gelen kadim bir damar. Evliya Çelebi’nin “dokuz değirmeni döndüren” diye kaydettiği o su, bugün hâlâ camide serinlik veriyor. Bu bize şunu hatırlatıyor: Diyarbakır, sadece taşların değil, suların da şehriydi.

Ama şimdi tablo bambaşka. Anzele’nin gürül gürül aktığı günleri bilenler, bugünkü susuzluğu gördükçe iç çekiyor. Ali Pınar’ın berraklığından geriye sadece bir hatıra kaldı. İçkale suyu bile artık tartışma konusu: “Yeter mi, yetmez mi?”

Bir zamanlar bollukla anılan bu topraklarda bugün musluklardan damlayan her damla kıymetli. Surların taşları nasıl binlerce yıllık hafızayı taşıyorsa, pınarların suyunu da aynı hafızanın bir parçası bilmek gerek.

Kuraklık Diyarbakır’ı yalnız bugünden vurmadı, geleceğini de tehdit ediyor. Eğer “pınarların şehri” unvanını yeniden hatırlamak istiyorsak, suyu sadece tüketmekle değil, korumakla da yükümlüyüz. Çünkü Amid’in hafızasında bolluk var; bizim elimizde ise ya bu hafızayı yaşatmak ya da kuraklığa terk etmek…

Bugün Hz. Süleyman Camii’nde elinizi yüzünüzü yıkadığınızda, belki sadece serinlik hissediyorsunuz. Ama o damlaların içinde Diyarbakır’ın binlerce yıllık su kültürü, pınarların şehri Amid’in ruhu var. Belki de asıl mesele, suya sadece bir içecek değil, bir miras gözüyle bakmayı öğrenmekte. Ve onu korumak.