Türkiye’nin iki farklı köşesinde, iki genç kız… Diyarbakırlı olan Nur Sena Düzgün ve Rojin Kabaiş…. İkisinin hikâyesi de yarım kalmış hayatların acısını, ailelerin tükenmeyen adalet arayışını ve hukuk sisteminin sancılı işleyişini gözler önüne seriyor.
Diyarbakır’da yaşamına son veren Dicle Üniversitesi öğrencisi Nur Sena Düzgün’ün davasında kriminal rapor tamamlandı. Defterindeki yazıların ona ait olduğu kanaatine varıldı. Ancak telefon kapağındaki not için “kesin bir kanaate varılamadı” denildi. En önemlisi ise Adli Tıp raporu hâlâ çıkmadı. O rapor olmadan dava dosyasının en kritik ayağı havada kalıyor.
Nur Sena’nın avukatı Zeynep Sena Ayrancı, sürecin gizlilikle yürütüldüğünü vurgularken, sosyal medyada “kesin ispat” diyerek yapılan paylaşımların aileye zarar verdiğini ve davayı gölgelediğini dile getirdi. Aile, sadece sabır ve saygı bekliyor.
Van’da ise Rojin Kabaiş’in dramı hala derin bir yara. 21 yaşındaki genç kız, kaybolduktan günler sonra Van Gölü kıyısında ölü bulundu. Babası Nizamettin Kabaiş, dosyada çok ciddi eksikler olduğunu söylüyor. Rojin’in bedeninde iki kişiye ait DNA bulunduğu belirtiliyor ama hâlâ bir tutuklama yok.
Her ki dosya da benzer bir noktada düğümleniyor: Geciken raporlar, eksik soruşturmalar ve şüphelilerin gölgesinde geçen aylar… Aileler, kızlarının hatırasına sahip çıkmaya çalışırken adaletin ağır işleyişi acılarını katlıyor.
Burada sorulması gereken soru şu: Neden adalet bu kadar ağır işliyor? Bilimsel raporların, DNA incelemelerinin, kriminal tespitlerin netleşmesi neden ayları buluyor? Sosyal medyada dolaşan bilgi kirliliği neden resmi açıklamaların önüne geçiyor?
Nur Sena ve Rojin’in dosyaları, yalnızca iki genç kızın değil, bu ülkede adalet bekleyen herkesin ortak sınavıdır. Bu davaların sağlıklı, hızlı ve şeffaf şekilde yürütülmesi, yalnızca aileler için değil, toplumun vicdanı için de elzemdir.
Çünkü adaletin gecikmesi sadece hukukun değil, insanlığın da yara alması demektir.