Günümüzde sağlıklı yaşamın ve çevresel sürdürülebilirliğin kesiştiği en kritik noktalardan biri, hiç şüphesiz beslenmedir.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü ile Dünya Sağlık Örgütü, sürdürülebilir beslenmeyi; çevresel etkisi düşük, ekonomik olarak erişilebilir, sağlığa katkı sağlayan ve kültürel olarak kabul gören diyetler olarak tanımlamaktadır. Diyetisyenler olarak bizler, sadece bireysel sağlığı değil, gezegen sağlığını da gözeten beslenme alışkanlıklarını teşvik etmekle yükümlüyüz.

Sürdürülebilir beslenme; meyve, sebze, tam tahıllar, baklagiller, yağlı tohumlar ve zeytinyağı gibi bitkisel kaynaklı besinlerin tüketimini artırırken; hayvansal gıdalar, doymuş yağ ve şekerin tüketimini sınırlandırmayı amaçlar. Bu model, hem bireysel sağlık üzerinde olumlu etkiler yaratmakta hem de su kullanımı, arazi talebi ve sera gazı emisyonları açısından çevresel yükü azaltmaktadır.

Özellikle hayvansal ürünlerin üretimi; su tüketimi, arazi kullanımı ve sera gazı salımı açısından oldukça yüksek çevresel maliyetlere sahiptir. Araştırmalar, örneğin sığır etinin kalori başına su ayak izinin tahıllardan 20 kat daha fazla olduğunu ortaya koymuştur. Aynı şekilde süt, yumurta ve tavuk eti gibi ürünler de, protein başına düşen su kullanımı açısından bitkisel kaynaklara göre daha yüksek değerler göstermektedir. Diyetisyen olarak bireyleri bu konuda bilinçlendirmek, sadece onların sağlığını değil, aynı zamanda doğal kaynakların korunmasını da desteklemek anlamına gelir.

Öte yandan, gıda israfı da sürdürülebilirliğin önündeki en büyük engellerden biridir. Üretimden tüketime kadar geçen süreçte yaşanan kayıplar, hem besin maddelerinin hem de üretimde kullanılan su, toprak ve enerji gibi kaynakların boşa harcanmasına neden olur. Besin atıklarının azaltılması, hem çevrenin korunmasına katkı sağlar hem de FAO verilerine göre dünyada her dokuz kişiden birinin açlık çektiği gerçeğiyle mücadelede önemli bir rol oynar.

Sürdürülebilir beslenme modelleri bu noktada biz diyetisyenlere yön gösterir. Akdeniz tipi beslenme, lif ve antioksidan açısından zengin, hayvansal yağlar ve işlenmiş gıdalar bakımından sınırlı bir modeldir. DASH diyeti, hipertansiyonu önlemek ve genel sağlığı desteklemek amacıyla geliştirilmiş, sodyumun azaltıldığı ve potasyum gibi minerallerin artırıldığı bitkisel temelli bir modeldir. Vejetaryen ve vegan beslenme ise hayvansal ürünlerin sınırlandığı veya tamamen dışlandığı, çevre dostu modeller olarak öne çıkar. Yeni Nordik Diyeti ve flexitarian beslenme ise yerel kaynakları ve esnek kurallarıyla sürdürülebilirliği destekleyen alternatifler sunar.

Diyetisyenler olarak danışanlarımıza sadece kilo kontrolü ya da hastalık yönetimi değil, aynı zamanda bilinçli tüketim alışkanlıkları da kazandırmak bizim görevimizdir. Gıda tercihlerimizi sürdürülebilirlik doğrultusunda yönlendirmek, bireysel sağlıktan çok daha fazlasını ifade eder: Bu, gelecek nesillerin yaşam kalitesini şekillendiren bir adımdır.

Unutulmamalıdır ki büyük değişimler, küçük alışkanlıklarla başlar. Bugün çöpe atmadığımız bir dilim ekmek, tercih ettiğimiz mevsim sebzesi ya da azalan kırmızı et tüketimi, yarının daha yaşanabilir bir dünyasına atılmış kocaman bir adımdır. Geleceği korumak bizim tabaklarımızdan geçiyor. Sofranızı bilinçle kurun, geleceği birlikte inşa edelim.