Diyarbakır, sadece taş surlarıyla, kadim camileriyle değil; dili, kültürü ve hafızasıyla da çok katmanlı bir şehirdir.
İşte 1768 yılında Diyarbakır’a gelen Katolik din adamı Peder Gery Désiré’nin kayda aldığı Yunus Peygamber’in Ninova kıssası da bunlardan biri. Bu belgeyi özel kılan şey, Yunus kitabının üçüncü bölümünün Diyarbakır şivesiyle, Latin harfleriyle yazılmış olmasıdır. Osmanlı’da Türkçe hâlâ Arap alfabesiyle kayda geçirilirken, burada bir rahip halkın konuştuğu dili Latin harfleriyle not etmiş. Yani bugünkü Türkçe yazım sisteminin “resmîleşmesinden” tam 160 yıl önce.
Erkes, apisi, karose…
Metindeki kelimeler, 18. yüzyıl Diyarbakır’ının dil manzarasını bütün açıklığıyla gösteriyor. “Herkes” yerine erkes, “hepsi” yerine apisi, “vaaz etmek” yerine ise Ermenice kökenli karose edün kullanılmış. Bu, o dönemde Türkçe ile Ermenicenin nasıl iç içe geçtiğinin canlı bir kanıtı.
Sadece kelimeler değil, sesletim ve gramer özellikleri de şiveyi ortaya koyuyor: “Şaher” (şehir), “aspab” (eşya), “kürsisin’den kakti” (tahtından kalktı)… Bu ifadeler Diyarbakır’ın sokaklarında konuşulan dili âdeta bugüne fısıldıyor.
Latin harfleriyle yazılmış bu satırlar bize şunu gösteriyor: Diyarbakır, sadece kültürlerin değil, alfabelerin de kavşak noktası. Burada Arap harfleriyle Türkçe yazılırken, aynı dönemde Ermeni harfleriyle Türkçe metinler de vardı. Désiré’nin kaydı ise, Latin harfleriyle Türkçe yazının ilk örneklerinden biri olarak tarihe geçti.
Yunus Peygamber’in Ninova kıssasında, halkın tövbesi anlatılıyor:
“Efendimiz (Allah) ona, peygambere tekrar seslendi ve dedi ki: ‘Kalk, Ninova adlı şehre git ve orada (halkına) öğüt ver!’ Bunun üzerine peygamber kalktı, şehre gitti ve Efendimizin sözünü tuttu. Ninova şehri o kadar büyüktü ki baştan başa üç günlük yoldu. Peygamber şehre girip seslendi: ‘Kırk gün geçtikten sonra Ninova yok olacak!’ Halk buna inandı, iman getirdi. Büyük küçük herkes oruç tuttu, çul giydi. Şehrin kralı da tahtından kalktı, elbiselerini çıkarıp kül üzerine oturdu. İnsanlar, hayvanlar hiçbir şey yemedi, içmedi; herkes günahını bıraktı, tövbe etti. Allah da onların samimi tövbesini kabul etti, merhamet gösterdi.”
Diyarbakır’ın çok katmanlı kimliği
Bu metin sadece bir İncil tercümesi değil; aynı zamanda Diyarbakır’ın kültürel mozaiğini yansıtan bir belge. Türkçe, Ermenice, Arapça ve Latin alfabesi aynı şehirde, aynı dönemde yan yana yaşayabiliyordu. Bugün bu belgeye bakarken, sadece bir dinî kıssayı değil, Diyarbakır’ın dilsel çeşitliliğini ve tarihî zenginliğini de görüyoruz.
Bu açıdan, Peder Désiré’nin 1768’de yazdığı satırlar bize önemli bir şey söylüyor: Diller ve alfabeler değişir, fakat şehirlerin ruhu kalır. Diyarbakır, geçmişte olduğu gibi bugün de bu ruhu taşımaya devam ediyor.