Belki de Sur’un yokuşlarında sessizce yürüyenleri görmüyoruz. “Beyefendiler saklanıyor!” diyor Diyarbakır’a hayran kalan Alman içerik üreticisi Franziska Niehus.

Bir yabancının ilk temaslarda hissettiği o incelik, bizlerin günlük telaşında gözden kaçıyor olmasın? Şehrin belleği başka bir şey söylüyor: Beyefendiler kaybolmadı; sesi kısılan bir terbiyenin içinde, hâlâ aramızda.

Saffet Azbay’ın arşivinden çıkan karelerde yalnızca şık takım elbiseler, keten ceketler yok; bir duruş var. Çelebi Eser, Nejat Cemiloğlu, Ali Kahraman, Mehmet İçkale, merhum teknik direktör Atilla Bilgin… Adabın vitrini kıyafet değil; kelimelerin terazisi. El sıkarken bakışın ağırlığı, bir cümleyi yükselten “lütfen”, bir kalabalığı sakinleştiren “estağfurullah”.

Diyarbakır Beyefendilerinin Sahabe Hürmeti

Bugün dönüp bakınca, zarafetin pahalı bir kumaş değil, ucuzlamayan bir karakter olduğunu hatırlıyoruz. Fotoğraflar, şehirle kurulan o eski nezaket sözleşmesini önümüze koyuyor: “Ben sana saygı duyayım, sen de bana.”

Bayram Ritüeli: Önce Sahabe, Sonra Halk
Bir şehrin karakteri, en çok önceliklerinde okunur. Eski Diyarbekir beyefendilerinin bayram sabahı önce sahabe türbelerini ziyaret edip sonra halkla bayramlaşması, takvim sayfası değildir; değerler sıralamasıdır. Bu ritüel, “hürmet → muhabbet → hizmet” zincirini kurar.

Bugün belki türbeye koşmuyoruz; ama sıraya koyduğumuz şeylere dikkat: Trafikte kornayı, kuyrukta sabrı, tartışmada sesi öne alıyorsak; mesele “beyefendiler bitti” değil, beyefendilik sıramız bozuldu demektir.

İşte Bir Zamanların Diyarbekir Beyefendileri Geride Dua Ordusu Bıraktılar!-2

Yabancının Aynası: “Beyefendiler Diyarbakır’da Saklanıyor”
Niehus’un rastladığı şoförün yolcuya “işim değil ama götüreyim” demesi, otogarda valizi taşıyan “tanımadık adam”, katmerin önünde “buyur” diyen esnaf… Bunlar turistik jestler değil, gündelik terbiye refleksleri.

Demek ki şehir, hâlâ yabancıya kendini zarafet diliyle anlatabiliyor. Peki biz, birbirimize niye aynı dili esirgiyoruz? Belki de cevabı, Sur’un yokuşlarında saklı: Yokuş inilirken omuz geri çekilir; çıkılırken el uzatılır. Şehir, coğrafyasıyla bile edebi öğütler.

Formül zor değil:
Dilde mizan: Sert sözü yutmak, doğru sözü yumuşatmak.
Mekânda hürmet: Sırada sabır, trafikte mesafe, kamusal alanda nezaket.
Zamanda vefa: Geçmişe “ah” demekle yetinmeyip bugüne bir iyi örnek bırakmak.
Niehus’un esprili cümlesini ödünç alayım: “Beyefendiler saklanmıyor, biz bakmayı unuttuk.”
Bugün bir kapı tutmakla, bir teşekkürle, bir “buyur”la başlayalım. Belki de şehrin en dik yokuşu, sesimizi alçaltmak kadar kısadır.