Diyarbakır’da her taşın bir hikaye anlattığını söyleriz ya… O hikayelerin harfleri, kelimeleri, işaretleri birer birer siliniyor.
Surların kadim kapılarından Mardin Kapı’nın dış tarafındaki doğu burcunda yer alan semboller artık yok olmanın eşiğinde.
Bu figürler, şehrin kimliğini taşıyan sessiz tanıklardı. Kimilerine göre geç Hitit sembollerinden izler taşıyor; kimilerine göre Diyarbakırlı ustaların, taşın üzerine bıraktığı işaretler… Yani bu şehirde binlerce yıl boyunca yaşayan kültürlerin gölgesi, nefesi, izi. Bugün ise bu semboller; rüzgar, yağmur, sıcaklık ve kimi zaman bilinçsiz tahribat yüzünden neredeyse okunamaz hale gelmiş durumda.
Yakından bakınca bazı işaretler sadece bir gölgeye dönüşmüş. Hatları belirsiz, anlamı kaybolmuş, sesi kısılmış. Surların taş hafızasının kelimeleri bunlardı. Oysa o kelimeler yavaş yavaş yok oluyor. Bir kapının üzerinde durmuş bir sembol, belki geçmişin bir ustasının imzasıydı. Belki bir inancın izi, bir hükümdarın işareti, bir topluluğun anlatısıydı. Bugün hepsi silinmeye yüz tutmuş, geriye sadece sessizlik kalmış.
Uzmanlara göre acil restorasyon yapılmazsa bu işaretler tamamen kaybolacak. Ve bu sadece bir taş kaybı değil; Diyarbakır’ın dile gelen hafızasının susması anlamına geliyor. Ne kadar tekrar etsek az:
Bu sadece bir taş değil, Diyarbakır’ın dili. Susturulmadan korunmalı.
Mardin Kapı’nın doğu burcunda solan semboller, bize son kez bakıyor. Belki de “beni kaybetme” diyor. Şehir, hafızasını korudukça kendisi olur. Biz korumazsak, bu izler de birer masala dönüşecek. Ve biz, o masalı tamamlayacak bir kelime bile bulamayacağız.
İşte bugün fotoğraflarda gördüğümüz yıpranmış sembol…
Ve yanında, yapay zekanın yardımıyla yeniden ayağa kaldırılan, olması gereken yüzü…
Belki de bu iki kare arasındaki fark, Diyarbakır’ın geleceğine nasıl sahip çıkacağımızın en sessiz ama en güçlü hatırlatıcısıdır.